28 Nisan 2010 Çarşamba

Heceler Arası Haysiyet

HECELER ARASI HAYSİYET
Sevmek diyordu ve duruyordu adam. Bir soru, düğümlüyordu kendini iki bulutun arasından. Ne bulutun karasına, ne güneşin sarısına, ne damlanın yarasına bakıyordu. Hiç içine girmediği bir kadının gözlerine akıyordu. Acıyan kalbine acı(ya)mıyordu. Ağlıyordu. Ağıtı şiire benziyordu.
Sevmek vicdanı silmektir
Dünü günü yarını ötelemek
Çiçeğe ve çocuğa gülümsemektir

Gülümse(ye)miyordu. Ölümsüyordu. Nefessiz kalmak değildi duruşu. Boğuluyordu. Sonsuzluğun soluğu içine doluyordu. Yaralı bir kuş tanıdık harfler mırıldanıyordu.

Nefesin ortasında kalmaktır sevmek
Kanatlarını büzüp boşluğa konmak
Hiçbir yere hiçbir şeye tutun(a)mamaktır sevmek

Ne boşluğu tanıyordu ne de boşluk kuşunu. Kalbine akan nehirler kanıyordu. Kıyılar nehirleri ne kadar tanıyordu? Tanımak bir sona, sonuca varmaktır diyordu ki sürekli değişiyordu yarasının yar tarafı. Çığlığı bulutta patlıyordu.
Hayır! Tanımak sevmek değil, tanımak, tanımlamak öldürmektir! Ve buluttan harfler yağıyordu.

Tanımamak tanımlayamamaktır sevmek
Yönsüz bir rüzgâr olup şaşırıp kalmaktır
Bir esmer buluta yalvarmaktır sevmek

Kara bulutun ak harflerden ak defterler bezemesini izliyordu. Karasını ak ak döken esmerin göz beyazı kızına bakıp, sarılırsam erirsin diyordu. Sarılamamak ve titreyen ince büyüye dokunamamak canını yakıyordu. Buluttan denize bakmak aşk olmalı derken bir damla yalnızlığıyla kendini denize verip deniz olmaksa sevmek, sevgi olunmalı diyordu. Başka nasıl mümkün olur denizin kızına gülümsemek? Haritasız coğrafyalar çoğaltıyordu. Genişçe çizgisizleştirdiği okyanusun yüzünde heceler ışıldıyordu.

Sevmek defter olup ak satıra bakmak
Bir tükenmez yalnızlığı yaşayarak
Harflere akamamaktır sevmek

Cümlesizliği ve çaresizliğiyle kıvranıyordu. Ölümden ötesi yok dersem diyordu ve susuyordu. Ölümden ö t e s i… Bir ıslak çarşafça yüzüne çarpıyordu. Arzulayarak insanlaşıyor, insanlaştıkça arsızlaşıyordu. Ö l ü m (d e n )ö t e s i… Ölümden ötesi yaratmaktır derken denizleşip köpük köpük taşıyordu. Bir sarhoş denizdi denizler arasında. Utanıyordu. Sonsuzluk tanrısına, tanrılar tanrısına sevgiye sarılmak istiyordu.

Sevmek arzulayarak insanlaşmak
Koruğa acıyıp kadehten taşmak
Sarhoşluktan utanıp tanrıyla kucaklaşmaktır

Ellerini, sonsuzluğun derisini yırtarak bedensiz bir boşluğa uzattı. Ellerinin eriyişine baktı ince bir dil sızısıyla. Akan harflerin bencil ve onursuz heceleşmesi canını yaktı. Bir çığlık attı. Bir sustu. Kirler mekânlara değil harflere mahsustu. Kalemin boyası, defterin beyazı masumdu.


Sevmek harfleri anlamaya çalışmaktır
Noktalarla virgüllerle dalaşmak
Heceler arası haysiyet olmaktır sevmek

Azalan gözlerini çeyrek bir damlaya bıraktı. Bu yanamamak, ağlayamamaktı bu. Ağlayamadı. Aşkına kıyamadı. Yine de içine çöken tuzun acısıydı. Tuz dedi, aşkın terk edilen yarısı olmalı. Kapkara bir ah döküldü içinden. Bu, ah’ını kırmızıya boyadığı siyahın karasıydı.
Damlanın çeyrekliğini anladı. Haktı bu. Adalet… Karasıyla gider terk eden. Yarasıyla gider. Terk edilmek de terk etmek de kalabalıklaşmaktı. Tuz ki karada terk edilmiş balık olmaktı.
Rüzgâra kendini verememiş avare buluta baktı. Ağlayacaktı. Harfler de aylaktı.

Bir kayıp damla olmaktır sevmek
Sıfatsız bir buluta eğreti tutunmak
Düşeceğini bile bile boşluğa salınmaktır sevmek

Korkular, suyun dibe çökmüş gölgelerince çoğalıyordu. Kirli kitaplar basıyordu bütün dağ ormanları. Kara kahırların ilenciyle tüketiyordu kendini ağaçlar. Denize ağlar ve ağaçlar yazıyordu kavlak burunlu balıkçının gözbebekleri.
Denizkızları kayan yıldızları topluyor olmalı diyordu kara adam okullu kızları harçlıksız kalalı. Sevmez olmuştu Kalabalıkları ve balıkları. Çokluktan ve yokluktan sağırlaşmıştı kulakları.
Kumlara kalpsiz basıyordu sahil kızları. Gövdeleri kadardı ufukları. Gözleri eS, parmakları eM, yine eS’ti elleri. Tükenen sesli harflerdi memeleri ve bacaklarının birleşim yerleri.
Ah! Göçer ülkemin dilberleri dedi kara adam. Dil besleyen gülberleri ah! Ah! Dilimin kirleri dedi ve söyleyemedi sevdiğini o kadına.

Seviyorum demekten korkar olmaktır sevmek
Kirli kelimelere sağır kalmaktır
Dürüst bir cümle aramaktır sevmek

Harfler astı poşet yutmuş ağlarına. Çocukluğunu unuttuğu dağlarına içerledi. Küstü kendini bozduran, hayallerini koru(ya)mayan dağlarına. Kartal uçurduğu tepelerindeki şeytan merdiveni demir iskeletleri ve şeytan sofrası metal sinileri bakışlarıyla iteledi. Buluttan resimler dedi. Onların kirleneceğine ihtimal vermedi.

Sevmek resim bulutları görmektir.
Maviye azıcık sarı serpip
Yaprakların damarlarından şiirler örmek sevmektir

Sevmek dedi adam neyi, kimi, nedeni, nasılı, niçini düşünmeden. İki gözü, göz göz çoğaldı. Gözler insansız olsalardı der demez, gözler yağdı göğün tek yanaklı yüzünden. Bir iğde boyu kümeleştiler. Toprakla, yaprakla mesafeli bir duruştu bu. Yuvalarından fırlayıp kümelere karışan gözlerini aradı adam. Bulamadı. Bilemedi.
Her göz göğsünde bir bebek taşıyordu. Çok şükür bütün bebekler yaşıyordu. Hangileri anaydı bu gözlerin, hangileri ata? Hangileri ıslaksa dedi kara adam anadır. Hangileri çırılçıplaksa ayrılıktır. Ayrılık yuvasız kalmaktır dedi kara adam. İki göz arasındaki kavuşamazlık mesafesini güneşin takvimine bıraktı. Tam ağlayacakken bütün yıldızlar aynı anda kaydı. Hiç kimse artık dilek tutamayacaktı.
Maviler uzaklaştı. Güneş yerini bir kör karanlığa bıraktı. Bütün gözler, bebeklerini kucaklayıp uçsuz bir okyanusa aktı. Bir kıyısız ırmaktı. Ayrılıktı.


Sevmek gözleri gözle birleştirmek
Sağ gözün sol göze hasretini hissetmek
İşte ayrılık diyebilmektir sevmek

İhsan Arı Mayıs 2009 – Altınoluk
ariihsan@gmail.com
www.art-arinim.com